Sıkı durun! Şimdi sizi binlerce yıl öncesinden yazılmış bir şiirle tanıştırmak istiyorum. Eski Mısır kaynaklı bir şiir bu. Çevirideki, Din Adamı Ankhu’nun Söz Sanatı Konusundaki Düşünceleri adını taşıyor. Sözü uzatmadan şiire dönelim yüzümüzü. Kusurumu bağışlayın, şiirin tamamını almak istiyorum buraya. Bütünselliğini çiğnemek istemiyorum:
“Kimsenin bilmediği sözler söyleyebilsem,
Şaşırtıcı deyimler,
Yepyeni, alışılmamış,
Bilineni tekrarlamayan sözler,
Önceki kuşaklardan
Atalardan aktarılmayan.
Etimden kemiğimden süzüp sunuyorum
İçimdeki tüm sözleri;
Eskiden söylenmiş ne varsa bayattır,
Söylenmişse işi bitiktir.
Ataların sözleriyle övünülmez.
Onlar söylemiş, sonrakiler hazıra konmuş
Daha önce konuşan artık konuşmuyordur;
Yeni şeyler söyleyendir bugün konuşan.
İlerde onun dediklerini yineleyecekler.
Olup bitenleri sonradan anlatmak marifet değil,
Masallar anlatılmış, bitmiştir
Olur, olmaz işlerden söz etmek de boşuna:
Hepsi yalan dolan;
Bu gibilerin adı anılmaz ilerde.
Ben gördüm, yaşadım bunu, ondan söylüyorum.
İlk kuşaktan bu yana kimler gelip geçtiyse
Hep geçmişe özendiler, öykündüler.” (1)
Evet,Rahip Ankhu’nun şiiri doğrudan belagatla ilişkilidir.Yani konuşma sanatıyla.Ankhu,açıkca söz meclisinde yeni bir sözü olanın yeri olacağını işaret ediyor.Kısaca “ baki kalan bu kubbede hoş bir seda” nın kalıcılığına inanıyorsak,tüm zamanlar ölçeğinde onun ‘yeni’liğini de tartışmak zorundayız.
Kimler aynı şeyleri geveleyip duruyor günümüzde? Doğal ki ilk akla gelen siyasetçiler… Haydi, onlara alıştık diyelim, ya birbirine benzeyen ya da aynı şiirin çevresinde dönüp duran şairlere ne demeli? Bugün şiirin dibe vurduğundan, çoktandır “büyük şair” gelmediğinden dem vuruyorsak Ankhu’nun haklılığı tartışılmaz. Geleneğe saplanmak, dil kirliliği yaratmak gibi yakınmaların temelinde , ‘Eskiden söylenmiş ne varsa bayattır/ Söylenmişse işi bitiktir ‘ serzenişi yatmıyor mu?
Son yıllarda neredeyse Osmanlıcayı yeniden hortlatanlar, aslında birer duyarlık fakiri olduklarının farkında değiller. Çok şükür bu konuda Hilmi Yavuz’un ve Attila İlhan’ın olumsuzlukları yadsınamaz! Yeniden bir Şeyh Galip olmanın ya da Lale Devri’nin rüzgârına kapılıp ince sazdan gazeller döktürmenin yer ve zaman ölçütüne göre olabilirliği yoktur. Ama nedense varmış gibi benzer çıraklar sardı ortalığı. Hani klonlaşan bu denli çakışmaz. Bir Tanzimat kafasıdır aldı yürüdü. İki yoldan kirlenip gidiyor dil. Bir yandan küresel adlandırmaların etkisinde kıvranırken, bir yandan da Osmanlıcayı yeniden keşfetmenin hüneriyle inciler yumurtlama sevdasından. Kimi şairler bütünlüğü göz ardı edip ‘eski’liği pul pul dökülen sözcüklerden medet umuyorlar. Hatta inatla bir iki eski sözcüğe bağlanıp şiiri hacıyatmaz kılığına sokuyorlar. Baş aşağı çevrildiğinde değişen bir şey yok. Bu anlamda uzak duruyorlar dilin çağdaşlaşmasına; hazırcılığı, kolaycılığı yeğ tutuyorlar.
Rahip Ankhu, görmüş geçirmiş kimliğiyle sesleniyor –bence eskimeyen-köşesinden; yaşadığı çağdaki acıklı sonucu gözler önüne seriyor kulağa küpe misali:
“Ben gördüm, yaşadım bunu: Ondan söylüyorum: İlk kuşaktan bu yana kimler gelip geçtiyse hep geçmişe özendiler, öykündüler.”
Peki, kim anımsıyor onları şimdi? Ama Rahip Ankhu’nun yıldızı parlamaya devam ediyor.
İlginçtir; Rahip Ankhu’dan binlerce yıl sonra Mevlana’da değinmiş aynı konuya. Üstelik lirik bir şair olarak. Anımsarsınız A.Kadir Türkçesiyle yansıtılan şu dizeleri:
“Her gün bir yerden göçmek ne iyi.
Her gün bir yere konmak ne güzel,
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş.”
Dünle beraber gitti cancağızım
Ne kadar söz varsa düne ait
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.” (2)
Özellikle son dizenin çırpınışına bakarsak, Mevlana’nın yakınmasını “ artık bugünün şairi olmak gerek “ zorunluluğuna bağlayabiliriz. Elbette düne özgü bizi besleyen ne varsa özümseyerek, birleştirerek, ekleyerek, çıkararak… Yeni bir sesle, yepyeni bir kimlikle ileriye doğru yürüyerek… Yaşanmışlığın karanlık tünellerinde takılıp kalmayarak…
Dilerseniz Mevlana’nın yanına İranlı modern şair Sohrâb-i Sipihrî’nin, çağdaşı Furûğ-i Ferruhzâd’ın ölümü üzerine ( 32 yaşında trafik kazasına kurban gitmiş) yazdığı Dost adlı şiirden birkaç dize aktaralım. Bakın, niçin üzülüyor Sipihrî, Furûğ’un zamansız ölümüne:
“Büyüktü
Ve bugünün insanıydı
Bütün açık ufuklarla akrabaydı
Suyun ve toprağın ahenginden ne güzel anlardı .”(3)
Şiirin başlangıç dizeleri bunlar. Sipihrî, baş tacı ettiği şairin en önemli özelliğinin ‘yenilikçilik’ olduğunu söylüyor. Yani asıl üzüntü kaynağı burası, yeni sözler söyleyen bir şairin zamansız yitikliği. Hem de en olgun çağında… Sözün öksüzlüğü gibi! Öte anlamda insanın ıssızlığına, yalnızlığına denk geliyor söyledikleri. Ne yazık ki onca şair, Furûğ’un tazeliğinden habersiz; bayat, kokuşmuş sözlerle yuvarlanıp gidiyorlar. Yazmadan edememek, yetiştirmek, çırpıştırmak, tezcanlılık, coşku, ne derseniz deyiniz; bağışlanmaz kusurlarımız tekdüzeliğe götürüyor bizi. Şiir kitapları çoklukla birkaç iyi şairin gücüne dayanıyor. Zihinsel yoğunlaşmanın üst düzeye çıktığı birkaç üstün yaratıdan sonra bilineni yığıyoruz sayfalarca. Ne sözcük seçimine, ne de sözdizimine gerekli özeni gösteriyoruz. Kuruluk, yavanlık kimi zaman öyle sırıtıyor ki; çarşıda-pazarda ilginç sözlerle müşteriye seslenen tezgâhtarın becerisi karşısında saf düzenini koruyan şair müsveddeleri adına utanç duyuyoruz.
Benim şair adayından dileğim şu: Kalemi eline alıp boş bir sayfaya yöneldiğinde kendini söz meclisindeymiş gibi duyumsamaya çalış. Yani o sayfada senden önce kalburüstü konukların bulunduğunu, binlerce yıllık söz emeğiyle var olduğunu düşün. Öyle derin düşün ki sözün eksenine yapışan şiirler yanında, neyi nasıl söyleyebileceğinin telaşıyla başla ilk dizeye. Usulca bir kenarına iliş o sayfanın ve sözün merkezine gelene değin iliştiğin noktaya tutunmasını bil. Kesinlikle abartılı övgülere, gelir geçer uğultulara kanma. Önce kendini geçmeyi hedefle. Sesini soluğunu bir güzel ayıkla. Doğal ki her yenilik ibresinin ‘ileri’ yi göstermediğini bile bile ‘yarın’ın gözlüğü ile bakmalısın geleceğe.
Unutma, tüm zamanları yoklayan şiirin yüksek beğenisi bir çift göz gibi adım adım izliyor seni! Değişmeyen tek şeyin ‘değişim’ olduğunu anımsayarak…
(ANdız Dergisi Sayı 6)
(2) Bugünün Diliyle Mevlâna, A.Kadir,Kendi Yyn., 5.Bsm.Eylül 1976, s:112


-
<