
İnsanın hayatında koca bir ünlem olarak görülebilir şiir. Şairin sesi okuyucu belleğin de sesi olabilmeli. Dil, ötekileşmez haliyle. İnsanların sözcük edinimlerinin gereksiniminde de aşk vardır. Aşk, ortak yaşamı kolaylaştırmak için üretilmiş bir toplum ilişkisidir. Bir tufanda aynı gemide olmak da olabilir. Ne var ki bu aşknesne platonik olmak zorunda. Nitekim öyle de. Hiçbir çıkar sokağı yoktur aşkın. Sadece çıkmaz sokağının koca bir deniz olduğunu söylemek de doğru olabilir. Caesar cesareti temsil eder Cleopatra bilgiyi. Bu çakışmada bulunur aşk da. Oysa Leyla’yı gördüğünde Mecnun tanımamış. Bu kısırdöngü insanı ister istemez mistisizme itiyor. Ya da bir oran daha iyi olan idealizme. Ulaşılamayacak kadar yakınlığın diyalektiğidir aşk. Octavio Paz, sözlü edebiyattan söz ederken “Aşk bir konuşma şeklidir.” **diyor. Öyle ki bu doğal bir eylem. İçinde tümüyle hayvan özelliklerinden ayıran bir güç. İnsanın sözcüğe olan gereksinimi aşk olarak algılanması hiç de yanlış olmaz. İkileşmektir aşk. Sıvı gibi bulunduğu kabın şeklini alır.
Şiir bugün geniş zaman içinde düşünülmemeli. Divân şiiri belki çok işçilikli olmasına rağmen bugün çürümesi bu geniş zamanlılık. Geniş zamanlılık ancak monarşik bir ortamda geçerli olabilir. Geniş zamanlılıkta daha az yaşama vardır. Hatta miskin bir şiiri doğurur desek yeri. Zaten XVI. yüzyıl şairleri ( Fuzuli, Hayalî, Bakî…) ve XVII. yüzyıl şairlerinde (Nef’i, Nabî) bu geniş zamanlılığı görmek olası. Cemal Süreya, Sevginin Halleri*** adlı yazısında Divân şiirinde “Psikoloji yoktur. Erotizm yoktur.” diyerek Divân şiirini ‘minyatür’, ‘dokuma sanatı’ gibi görür. Yine Cemal Süreya Divân şiirini tanımlarken “İnsani olandan sıyrılmış, saf estetik planda varolmuştur.” demiş. Uzun uzun şiirimizin aşk serüveninden söz etmektense şiir aşkının da tarihsel hatta tarihsel diyalektik olduğunu söylersek doğru da olur. Doğduğu gün ile değerlendirilir. Aşk, içine doğulan kültürde farklı tanımlar içerir. Yeşilçam figüranlarının film setlerinde o kadar kötek yemesinin altında da aşk vardır. Tüm sanatnesneler önce tarihsel diyalektiğini sezinlemeli ona göre şekillenmeli. Bu da haliyle materyalist bir diyalektikle olası. Sanatnesnenin olası anlam katmanları insanın yaşam biçimiyle (ideolojisiyle) doğru orantılıdır. Sınırsız bir dünya düzeninde yaşayan şairin isteyeceği aşk da yaşam kadar örgütlü kurulurken o kadar paramparça olabilmeli. Şairin atlasında sadece kara parçalarında yaşam yoktur. Aşk da olamaz. Aşk, bulunduğu konumdan dışarı bir davranış şeklidir. İktidar ilişkilerini yok sayar. Tinsel bir eşitlik söz konusudur.
Jean Paul Sartre, “İnsan seçer.” diyor. Öyle de. Ruh hastalığını, hatta beden hastalıklarını da insan kendi seçer. Metabolizması buna hazırdır. İnsanın ikizini seçmeye kalkışması sadece cesaret işi. Cleopatra’yı bulmak her zaman olası değil. Bu, erotomanyaya dönüşebilir. Tutku aşka ulaşmak uğruna katlanılan yolculuktur. Erotomanya aşkın abartılmasıdır. İnsanı etkinden edilginleştirmeye kadar tehlikeleri, suç potansiyelini yükseltmesi gibi olasılıkları vardır. Bir virüstür. Kendini kandırmanın bir açığıdır. Aşkın gelmeyecek bekleme salonudur. Bu açmaz cinsel kimlik edinimle, toplumsal rol ve statü ile açıklanabilir. İşin şiir kısmı ise bir hayli frapan. Suyu düşünmeksizin gereksinmeden dolayı içmek gibi. Sayısız kapının arkasından ne çıkacağını bilmemek, labirentte her duvarın bir çıkış olma olasılığı, boğulma tehlikesi ve ürün. Neden sonucu beraberinde getirirken sonucun aynı şeyi önermesini anlamak bir hayli güç. Derinliğine bir savaş. O yüzden bir sanatçının çok normal bir insan olması beklenemez. Yeni yaşam biçimi öneren kişiler normal kişiler olamaz. Ya da toplum normal değildir. Bu diyalektiğin ürünü hem şair (sanatçı) hem şiirnesnedir (sanatnesnedir).
Peki burada bireyselleşme tehlikesiyle karşılaşılamaz mı? Kapitalizmin güçlendiği noktada bu hastalıklar doğamaz mı? Savunma mekanizması nasıl oluşur?
Bu tür hastalıkların tek açıklaması sosyalleşememe, insansızlaşmadır. Mastürbasyonun tehlikesi sürekli insanın kendini yontması ve yok etmesidir. Bu bağlamda Sait Faik Abasıyanık “Bir insanı sevmekle başlar her şey.” demesi, oradaki şeyin birden çok olduğu, olumlu-olumsuz düşünmek insanın eline bırakılması yetmezmiş gibi neden sonuçtur’u doğruluyor. Sait Faik’in cinsel kimliğinde de bir oranda erotomanya görülebilir. İnsanın aseksüelliğe yönelimi bu yenilgilerden kaynaklanıyor. Aşk bazen yenilgiyi bile bile onamaktır. Ya da tam zıttı Dostoyevski’nin Krokodil öyküsünde geçmekte. Ben orada biraz insaflı olunduğunu düşünüyorum. Oysa kemiklerini bile yemiş olmak sevgilinin…? Ya da mahzun mahzun papatya falı bakmak. Aragon’un Elsa’sı, Edgar Allan Poe’nun Annabel Lee’si ya da Fuzuli’nin Leyla ile Mecnun kasidesi, Attilâ İlhan’ın Pia’sı, Nâzım Hikmet’in, Karıma Mektuplar’ı, küçük İskender’in Bir Martıyı Ağlattın Sen’i… kimin aşkı mutlu? Yine Aragon tamamlamış bence sözü “Mutlu Aşk Yoktur.”
Bir nokta da günümüz şiirinin bir sorunu olan yaşamasızlık. İnsandan kopan, ötekileşen, yapay, protez, yalama bir şiir yazılıyor denilebilir. Politik, estetik hiçbir açılımı olmasının nedeni de bu. Tam da bu noktada şairin asosyal bir hayatı olduğu düşünülebilir. Ya da şiiri halen kendisini erekte etmek için yazmaya çalışıyor. Mastürbasyonun ötesine geçemiyor. Oysa şiirin hareket noktası aşk olduğu birçok kez tekrarlanmış. Aşkı olmayan şiir aşkın olamaz demek belki de doğru olacaktır. Yani aşkı yok şiirlerin.
Peki ya Pelin kim? Artemisia Absinthium. Latince bir sözcük. Pelin anlamına geliyor. Pelin acı, zehirleyici, yabani çok yıllık taşlık bölgelerde yetişen yavşan cinsi bir ot. Azize Veronica’nın İsa’nın son on iki saatinde alnını sildiği bez yavşan otunun suyuna batırılmış mitolojiye göre. İsa’nın bu bezle yüzünün silindikten sonra yüz hatlarını koruduğu söyleniyor. Azize Veronica’nın da adı koyulmuştur bu ota. Yavşan cinsindeki bozkırda yetişen, güzel kokulu pelin bitkisidir bu. Pelin çeşitli ilaç yapımlarının dışında koku yapımında da kullanılmış. Acı olmasının yanında uyuşturucu özelliği de vardır. Absinthe (Absent) adlı şarap da bu ottan yapılır. Aşk ve mitoloji. İkisinin de zehirleyici bir yanı var.
Absent çok güçlü bir içki. Vampir mitologyasında sarımsaktan sonra ikinci ürküten şeyin absent olması da pek rastlantısal değil belki de. Çünkü Hıristiyan kültürünün bir parçasıdır bu şarap. Vampirler de bu kültürün mitosları. İncil, haç, absent, sarımsak gibi nesnelerin elbette ürkütücülüğü içlerinde barındırdığı büyük şiirsel güçlerden. Absent bu bağlamda Fransız kültürünün de değişmez pornografik nesnelerinden ve dünya edebiyatından Fransız şair Verlaine’nin yegane içkisi. 1908’de Avrupa’da yan etkilerinin çok büyük olduğu gerekçesiyle yasaklanır absent. Şimdilerde ise dünya pazarına yeniden sokuluyor. Pelin için güzel şey bu.
Pelin kim gerçekten? Tanışıyor muyuz bir yerlerden. Kaç rüzgar geçti üzerimizden, kaç kere camdan atlayarak ölmeyi düşündük. Verlaine mi, Rimbaud mu? Ruhi bey mi? Edip Cansever mi? Aynalar sadece tanışıktır insanlarla. Bir çiçek daha bulunmadı falı bakılacak!
ERTAN YILMAZ
* Mao Tse Tung, Kültür, Sanat, Edebiyat, Ataç Kitabevi,1. baskı, Temmuz 1966 İstanbul, sf.39, Çeviren: Şerif Hulûsi
** Octavio Paz, Öteki Ses, Anlama ve Söyleme, sf.17, İnkılâp Kitabevi, 1990, İstanbul, Çeviren: Murat Varlı
*** Cemal Süreya, Şapkam Dolu Çiçekle, Sevginin Halleri, sf.24, Yön Yayıncılık, 3. Baskı 1991, İstanbul/div> posted by


<0Comments:
-
<
<Yorum Göndera href=" ~ back home
<<