Başıboş kalmıştır esen soğuk rüzgarlarla
Bir hazaran dalına tünemiştir bir başına
Çevresinde de onun, her dalın başında bir kuş...
Yüzlerce parçaya bölünmüş iniltilerin çırpılarıyla
Kayıp yuvalar çatıyor o.
Sisli bir dağ sırası gibi uzanan bulutlarda
Hayali bir binanın duvarını örüyor.
Güneşin, dalganın sırtına solgun vurduğu
Sahilin çakal ulumasıyla çınladığı
Ve köylünün, evini gizli bir ateş yakarak aydınlattığı bir zamandır
Göze kızıl gözüken bir alevcik
Gecenin iki gözünün altına bir çizgi çekmekte
Ve uzak noktalarda insanlar gidip gelmektedir...
O, o gizli ve nadir ses
Bu uzun gecede
Aydınlığın ve karanlığın belirsizleştirdiği nesneler arasından
En seçkin yuvaya doğru uçmakta
Ve önündeki aleve bakmaktadır...
Ne bir bitki vardır,
Ne güneşin hayasızca kavurduğu taşlar üzerinde bir esinti
Ne de bu yerde ve bu zamanda bir şey gönül çelicidir artık...
Hissediyor ki, umutları ateşli,
Ve sabahları aydınlık görünse de
Kuşların arzuları
Tıpkı kendisi gibi duman karasıdır.
Yaşamının, bütün öteki kuşlar gibi
Yemekle ve uyumakla geçecek olması duygusu
Tarifsiz bir acı veriyor ona.
O harika ötüşlü kuş
Bir zamanlar ateşin yücelttiği o mekanın
Şimdi nasıl da bir cehenneme dönüştüğüne
Keskin bakışlı gözlerini kırpıştırarak bakıyor.
Ve uçmaya elverişli bir tepenin üzerinden
Ansızın kanat çırpıyor.
Yüreğinin derinliklerinden
Geçip giden bütün öteki kuşların
Anlamını bile bilemeyecekleri
Acı bir feryat yükseliyor...
Sonra, içindeki acıdan sarhoş,
Atıyor kendini o görkemli ateşe.
Rüzgar mı şiddetle savuruyor ateşe bu kuşu?
Bedeninin küllerini biriktiriyor kuş!
Öyleyse yavruları
Onun küllerinden doğacak.
Farsça’dan çeviren: M. Bülent Kılıç
/div> posted by
<0Comments:
-
<
<Yorum Göndera href=" ~ back home
<<